Fatih Dündar’ın kaleminden ‘Akademik Müsvedde’
(BAYDER) Bayburt Tarih-Kültür ve Edebiyat Derneği Başkanı Fatih Dündar, Bayburt Portalı haber sitesindeki köşe yazısında ‘Aşık İlhami’ adlı kitabı ve kitabın yazarlarını ‘Akademik Müsvedde‘ başlığıyla köşesine taşıdı.
İşte Bayburt Portalı’nda yayınlanan Dündar’ın köşe yazısı:
“Bir kitap düşünün! Kahramanı bir halk aşığı olsun… içeriği de çelişkilerle örülsün ve akademisyenler tarafından derlensin, hem de maharet gömlekleri giydirilsin… öyle bir kitap düşünün ki adına da ‘kitap’ denilsin.
İşte o kitabı ben geçenlerde okudum. Necmettin Tozlu, Necdet Tozlu ve Mürsel Ağaç tarafından derlenen Nisan 2016 yılı baskılı Aşık İlhami (Posuslu Nuri Baba) adlı bir kitap.
Muhtevası, biyografi ve derleme olan kitaplara her zaman merakım olmuştur. Hele de bu kitap yöremizin aşığını anlatıyorsa.
Bir halk aşığının derlenmesi, derleyenler için bazı vasıfların var olmasını gerektirir. Derlenen aşığın değerlendirilmesinde ise aşıklık geleneğine hakim olmak gibi, halk edebiyatına vakıf olmak gibi derleyenlerde olmazsa olmaz meziyetler gerektirir.
Muhteva, sadece derlenen aşığı (Aşık İlhami’yi) ilgilendiriyorsa pek sorun teşkil etmeyebilir. Fakat derleme çalışmasında üçüncü tarafları ilgilendiren bir değerlendirme söz konusuysa (Hicrani, Aşık Veysel, Davut Sulari vb. gibi) bu sefer geleneği bilmek dahi tek başına yeterli olmamakla birlikte yeterli görsel ve işitsel kaynaklar da gerekmektedir.
Şimdi kitaba değinecek olursak:
Yukarıda ismini belirttiğimiz yazarlar tarafından kaleme alınan söz konusu kitap, başından sonuna kadar tek taraflı olarak hazırlanmış ve bu kitapta hiçbir kaynakçaya yer verilmemiştir.
Aşık İlhami’nin ağzından Hicrani’yi, Davut Sulari’yi küçük düşürecek ifadelerine yer verilmekle beraber güya İlhami öyle büyük bir aşıkmış ki atışmalarda Hicrani Baba cevap bulamıyor, Davut Sulari de Aşık İlhami’yi görünce kaçacak yer arıyormuş.
Kitapta, Aşık İlhami’nin hatırında kaldığı kadarıyla Hicrani ve Davut Sulari ile atışmalarına örneklemeler verilmekte, bu örnekler tamamen Aşık İlhami’nin ağzından çıktığı gibi alınmaktadır. Kendince Hicrani’nin söylediklerini de unutmamış, Davut Sulari’nin söylediklerini de… ama kendisinin ve derleyenlerin ıskaladığı bir nokta var ki; kitapta Hicrani ve Davut Sulari adına yer alan atışmalar (dörtlükler), bu aşıkların seviyelerinin çokça altında kalıyor. Hicrani’yi bilen, Sulari’yi bilen herhangi bir insan bu dörtlüklerin kelime yapısı olarak da, şiir örgüsü olarak da, kalıp olarak da bunlara ait olmadığını rahatlıkla söyleyebilir.
Bu duruma açıklık getirmek adına Sabahattin Kömürcüoğlu, Gümüşhaneli Ozanlar (1998) kitabında ‘Aşık İlhami’nin (Nûri Baba’nın) çağdaşlarından oldukça etkilendiğinden, onların dizelerini yinelediğinden, dolayısıyla söyleyişlerinde bir yenilik olmadığından, hatta sözcükleri bozup anlamsızlaştırdığından bahsederek daha sade ve usta şiirler söyleyen arkadaşı Hicrânî’ye göre onun sönük kaldığını (Cunbur 1968: 359-361, Kömürcüoğlu 1998: 36). ifade ettiğini belirtmekte fayda görüyorum.
İşin tam da bu noktasında kendi ve rakip söylemlerini aktaran Aşık İlhami, anlaşılan aşıklık ve halk edebiyatı geleneğinden oldukça uzakta kalmış. Çünkü İlhami’nin derleyenlere aktarmış olduğu kadarıyla gerek kendi şiirlerinde gerekse bu aşıklarla atışmalarında atışmanın en önemli ölçütü olan ‘ayak’ kavramı da bulunmuyor.
Şimdi sorarlar bu editörlere…
Halk edebiyatı ve aşıklık geleneğinin olmazsa olmazı olan ‘ayak’ kavramını dahi kullanamayan, kafiye örgüsünü çoğunlukla rediflerle yapan bu aşığı neye dayanarak rakipsiz yapıyorsunuz? İkincisi, bu aşığı değerlendirirken halk edebiyatı kurallarını işin içine neden katmıyorsunuz? Yoksa bu kuralları siz de mi bilmiyorsunuz ?
Üstelik
‘Yüze taksim etti gamları felek
Tam doksan dokuzu Hicran’a düştü’
diyen Hicrani gibi, veya birçok türküsüyle gönüllere taht kuran Davut Sulari gibi üstad aşıkları da madara olmuş gibi göstererek.
Aşık İlhami’yi araştırdığımızda çoğu zamanını Bayburt’ta geçirdiğinden ve Bayburt’tan beslendiğinden söz edebiliriz. 1938 yılında Türkiye’de ikincisi Bayburt’ta düzenlenen Aşıklar Bayramı’ndaki şiirlerini, atışmalarını ve daha sonraki yıllarda Bayburt’taki atışmalarını ‘Türk Folklör Araştırmaları’ dergisindeki Mahmut Kemal Yanbeğ’in köşe yazılarından da görebiliyoruz. Hatta bu dergilerde yayınlanan atışmaların birinde Hilmi Baba olarak bilinen Tomlalı aşığa:
‘Tomla’dan yetişmez asla bir adam’ (Tomla Bayburt’un bir köyü) diyerek atışmaya başladığı da gözümüzden kaçmıyor.
Kitapta badeli Hak aşığı olarak belirtilen maneviyat yüklü bir aşığın bu tür üslubu yazarların süslü kelimeleriyle çelişiyor. Hazır çelişki demişken yine kitapta olağanüstü durumlar söz konusu… kitabın birçok yerinde Celali ile birlikteliğinden söz ediliyor. Halbuki Bayburtlu Celali, 1850-1915 yılları arasında yaşarken, Aşık İlhami 1908-1992 yılları arasında yaşamıştır. Böyle bir durumda nasıl olur da beraberliklerinden söz edilebilir? Üstelik yazarlardan birisi diğer yazarın çelişkisini fark edip aynı kitabın 123. sayfasında dipnot olarak ‘Sayın Necmettin Tozlu Hocamız Celali demiş ise de bizce Hicrani olması gerekir. (M.A.)’ ifadesini kullanmış. Buradan da bu kitabın istişare kültüründen uzak, araştırma ve düzeltme kaygısı olmadan varsayımlar ve yakıştırmalar üzerine hazırlanmış olduğunu görebiliyoruz.
Yine kitapta Aşık İlhami’nin ağzından verilen Celali ve Sümmani şiirleri de gerçek haline nazaran önemli bir eksiklik içermektedir.
Ayrıca kitapta Sivas’a yolu düşen Aşık İlhami, girdiği kahvehanede Aşık Veysel ile karşılaştığını belirterek, onun atışmayı bilmediğinden ve Sivas’taki eşrafın da kendisini dinlediğinden bahsediyor.
Yani anlayacağınız bu kitabın içeriği, ‘ben’ kokulu ifadelerle edebi ciddiyetten uzaklaşmış, adeta ‘Teyo Pehlivan Fıkraları’na dönüşmüştür.
Tenkite yer verilmeden, fikir süzgecinden geçirilmeden, kaynaksız ve tamamen tek taraflı röportaja dayalı olan bu kitabı hazırlayanlar arasında yıllarca Bayburt Üniversitesi’nde Rektör Muavini olarak görev yapan ve kitaplarının Millet Kütüphanesine önerildiği Prof. Dr. Necmettin Tozlu’nun olması da ayrı bir vahamet.
Oysa bir aşık, ne kadar dolu olursa o kadar tevazu sahibi olur. Bir derleme de, ne kadar doğru olursa o kadar samimi olur. Samimi bulmadığım bu kitap için söylemem gereken son söz ise ‘Akıl olmayınca neylesin fikir, çalsın Abdurrahman oynasın Bekir’ olacaktır.”