Dolar 32,3203
Euro 35,1119
Altın 2.298,90
BİST 9.056,39
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bayburt °C

Fatih Dündar’ın kaleminden ‘Bir şehirde yaşamanın bedeli’

07.09.2015
10.357
A+
A-

Düşünceler akıyordu Çoruh’a… Feryatlar çığlıklar duyuyordum, bir gariplik vardı. Bildiklerimin sarsıntısını mı yaşıyordum acaba? Yoksa bilmediklerimin eksikliği mi kamçılıyordu beni? Düşüncelerimin etkisinde şehri izlemeye koyuldum kalenin eteklerinden…

Şehrin ortasından yıllardan beri hep gördüğüm ama farkına varamadığım bir nehir geçiyordu. Adının Çoruh olduğunu biliyorum aslında. Ülkemin en hızlı ve en coşkun akan nehriymiş bildiğim kadarıyla… Seyrine dalınca beni kendimden götürdüğünü kendime geldiğimde anlamıştım. Ne de olsa ülkenin en hırçın nehri. ”Kapılanı götürecek kadar yüreği var” derlerdi eskiden beri.

Şimdilerde bir tuhaflık var üzerinde. Hasta mısın, yorgun musun nedir bu halin Çoruh? diye sorası geliyor insanın.

Eskiden şehre, mutluluğun senle saçıldığını söylüyor büyüklerimiz… İnsanlar, senle neşe bulurmuş, senle huzur bulurmuş. Hayvanlar sende sulak, şehir sende hayat bulurmuş. Akış sesine göre kuş cıvıltıları olurmuş, Bayburt’un yanık türküleri senle akor olurmuş.

Peki, şimdi neden özünü kaybetmiş yolundan şaşmış gibi akıyorsun? Ruhunu okşayanlar kalmadı mı?

Seni besleyen, kültür akan paharların mı (çeşmelerin) kurudu? Yoksa suya saldığımız değerlerimizin yükü mü ağır geldi?

Aslında cevabı bizlerde de saklı ama söylemek pek işimize gelmiyor.

Sahip olamadığımız her şeyimiz akıp gidiyordu elimizden. Çoruh daha ne yapsın? Derbentlerine bent kuramadıkça; izlemek bizim, götürmek Çoruh’un işi olacaktır.
Derken, iyice derinlere dalmıştım şehri izlerken. Güneşin tam tepemde olduğunu bütün sıcaklığıyla beni kavurduğunu hissettim. Sonra, gafil halime bir tebessüm ettim ve “Beni güneş değil, gördüklerim yakıyor” dedim. Serinliğin bu saatten sonra fayda veremeyeceği kanaatindeydim. İzlemeye devam etmeliydim şehri…

Tekrar izlemeye koyuldum. Kulağıma bir sesler geliyordu, konuşuyordu birileri:

-Efendim burası Çini Maçin, yani Bayburt Kalesi…

diye başlayıp anlatıyordu bir şeyler, sonra:

-“İşte gördüğün gibi Bayburt tarih ve kültür şehridir” diyordu.

İçim içime sığmıyordu; bu Çini Maçin de nereden çıktı? Asıl isimleri niye söylenmiyor kalenin?

İşgal edilmiş beyinler! Bayburt, tarihi yazdı, siz değil! Size okumak düşer.

Kendini, özünü, tarihini, şehrini idrak edemeyenlerin ezberci söylemlerle Bayburt’u tasvir etmesine karşı olan biriyim. Ayrıca tarihsel ve kültürel etkinliklere kültürel programlara katılım ve meyil sağlamayanların da bu söylemlerde bulunmasına karşıyım. Kültürün içinde olmayacaksın, sonra ‘Bayburt kültür şehridir’ diyeceksin. Yok öyle bir şey!

Anlaşılan kitap okunmadan kitaplar yazılıyor bu şehirde… Yazıktır beyinlerimiz işgal edilmiş. Bilgisayarda en iyi bildiğimiz kopyala+yapıştır ve enter tuşları. Lütfen biraz kendimize gelelim yazmadan önce okuyalım… okuyalım… okuyalım…

İkindi vaktiydi, güneş içimdeki fırtınalara inat bütün kavuruculuğu ile hala üzerimdeydi. Bugüne kadar sadece şehrin siluetini gören gözlerim belirgin çizgiler içindeki renklerini de fark edebiliyordu artık. Özellikle siyah-beyaz renklerine takıldı gözlerim. Yüreği gurbet mahpuslarına itilmiş beşiğine hasret insanların gözünde yüceltilen bir şehir vardı, bir Bayburt vardı bu renklerde.

Ama bir gerçek var ki orası pek görünmüyor. Bu şehir ucuz kahramanlıkların değil, büyük kahramanlıkların otağıdır. Dolayısıyla bedeli de çok ağırdır. Kaldıramazsan Bayburt dar gelir sana. Ve terk etmek zorunda kalırsın bir yana… Aslında terk etmek işin en kolay olanıdır. Alıp götüresi sevdalıklara inat mesele burada kalabilmek, burayı sahiplenebilmek ve burada ayakta durabilmektir.

Artık akşam oluyordu, gün bitmek üzereyken güneş batım noktasında kızıllığını konuşturuyordu. Şehrin yarısı gölgelenmiş yarısı da kızıllığa bürünmüştü. Sıyırmaya çalışırken derin düşüncelerden kendimi, nihayet şehir ile yüz yüze kalmış ve somut olarak şunları görebiliyordum.

Evet, bu şehir; Tarih ve kültür şehri olduğu kadar tarihinin ve kültürünün gün be gün istilalara uğratıldığı bir şehirdir.

Hiçbir şey bilmezken hepimizin iyi bir tarihçi, iyi bir sanatçı, iyi bir kültür adamı ve iyi bir siyasetçi sıfatıyla geçindiğini söylemek mümkün… Küçük hesaplardan pazar oluşturulduğunu, büyük ve başarılı kimliklerinin de engellenmeye ve tenkit edilmeye çalışıldığını söylemek mümkün… Ayrıca yazarken kalemimin sırtına binen haylazları da…

İşte kütlesi büyük şehirler, büyük değerler; büyük bedel öderler…